Zilyetliğin Korunması Davasının Süresi İçinde Açılmaması – Yargıtay Kararı

T.C. YARGITAY
8.Hukuk Dairesi

Esas: 2010/3637
Karar: 2011/491
Karar Tarihi: 07.02.2011

EL ATMANIN ÖNLENMESİ DAVASI – TAŞINMAZIN KIYI KENAR ÇİZGİSİ İÇİNDE BULUNDUĞU – ZİLYETLİĞİN KORUNMASI DAVASININ SÜRESİNDE AÇILMADIĞI – DAVANIN REDDİNE KARAR VERİLMESİ GEREKİRKEN REDDİNİN İSABETSİZLİĞİ – HÜKMÜN ONANMASI

ÖZET: Mahkemece dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde bulunduğundan bahisle verilen karar doğru değildir. Ancak, davacı dava konusu Hazine’ye ait taşınmaz üzerinde davalıların kira bedelini … yılından beri ödemediklerini, ayrıca senet bedelini de ödemediklerini açıklayarak zilyetliğin korunmasını istediğine göre, davalı zilyetlerin fiilini öğrenmiş olmaktadır. Gasp ve saldırıdan dolayı dava hakkı, zilyedin fiili ve failini öğrenmesinden başlayıp iki ay ve herhalde bir yıl geçmekle düşer. Davacı bu durumda zilyetliğin korunması davasını süresinde açmamıştır. Davanın bu nedenle reddine karar vermek gerekirken değişik gerekçeyle reddi doğru değil ise de, hüküm sonucu itibariyle doğrudur. Hükmün onanması gerekmiştir.

(4721 S. K. m. 973, 981, 982, 983, 984) (YHGK. 06.10.1993 T. 1993/14-423 E. 1993/561 K.) (YİBK. 09.10.1946 T. 1946/6 E. 1946/12 K.) (YHGK. 12.09.1982 T. 1979/8-589 E. 1982/482 K.)

Dava: A. ile S. ve F. aralarındaki el atmanın önlenmesi davasının reddine dair Anamur Sulh Hukuk Mahkemesi’nden verilen 03.11.2009 gün ve 184/600 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi, davacı tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Karar: Davacı, uzun yıllar zilyet ve tasarruf ettikleri yeri davalılara sözlü olarak kiraya verdiğini, davalıların hiçbir şekilde kira bedeli ödemediklerini, kirayı inkar ettiklerini, verdikleri senet bedelini de ödemediklerini, zilyet oldukları ev ve bahçesi için Hazine’ye ecrimisil ödediğini açıklayarak taşınmaz üzerindeki zilyetliğinin korunmasını ve zilyetliğe vaki müdahalenin menini, faiziyle birlikte 4500.-TL ecrimisilin ödenmesini talep etmiştir.

Davalılar, davacıyla aralarında sözlü ve yazılı herhangi bir kira sözleşmesinin bulunmadığını, dava konusu yerin Hazine’ye ait olduğunu ve zilyetlikle iktisap edilemeyeceğini, davacının Hazine’ye karşı açtığı davayı kaybettiğini açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, gerek dava dilekçesi ve gerekse bilirkişi raporuna karşı verdiği 23.07.2009 havale tarihli dilekçesinde açıkça zilyetliğe dayanmış, zilyetliğin korunmasını istemiş, bu yerin Hazine’ye ait bir taşınmaz olduğunu ileri sürmüştür. Davacının ecrimisil ödeyerek zilyet olduğunu iddia ettiği yer ev ve bahçesinden ibarettir. Davacının kira sözleşmesinden bahsetmesi üstün zilyetliğinin varlığını ispata yarayan sebep olarak düşünülebilir. Davalılar da böyle bir kira sözleşmesini reddetmiş, Hazine’ye ait taşınmaz üzerinde üstün zilyetliklerinden bahsetmişlerdir. Davacının ev ve bahçeden ibaret taşınmaz için Hazine’ye ecrimisil ödediği hususu dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

TMK’nun 981, 982, 983 ve 984. maddeleri mal üzerinde zilyetlikten başka hiçbir hakkı bulunmayan kimsenin zilyetliğini korumak üzere kurulmuş hükümleri ihtiva etmektedir. TMK’nun 973. maddesinde zilyetlik <… bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir…> biçiminde tanımlanmıştır. TMK’nun 982 ve 983. maddelerinde de zilyetlik herhangi bir hakka bağlı olmaksızın dava yoluyla korunmuştur.

Hemen belirtmek gerekir ki, zilyetliğin korunması davasıyla zilyet, zilyetliğin hakka dayandığını ispat külfetine katlanmadan sadece zilyetliğini öne sürerek sulh hukuk mahkemelerinde uygulanan basit yargılama usulünün sağladığı kolaylıklardan faydalanır, zilyetliğin arkasında bulunan ayni (nesnel) veya şahsi (kişisel) bir hakka dayandığı takdirde dava bir hak davası niteliğini kazanır. Yargıtay HGK’nun 06.10.1993 gün 1993/14-423/561 sayılı ve Yargıtay HGK’nun 15.06.1983 gün 3351/679 ve 25.11.1987 gün 394/876 sayılı kararlarında da aynı görüş benimsenmiştir.

Mahkemece, zilyetliğin korunması davası reddedilirken dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde bulunduğu gerekçesine dayanılmıştır. Hazine’nin taraf olmadığı herhangi bir iddiasının bulunmadığı, bu tür uyuşmazlıklarda taraflar arasındaki zilyetliğin korunması davasının incelenmesine engel teşkil edecek herhangi bir hukuki düzenleme bulunmamaktadır. Aksi görüşün kabulü halinde sonraki mütecavizin önceki zilyede karşı himayesi yolu benimsenmiş olur ki; böyle bir uygulama ve kabul zilyetlik müessesesiyle sağlanmak istenen huzur ve güven ortamını tahammül edemeyecek şekilde bozar ve özellikle kıyıların korunmasına değil aksine yok edilmesine yol açar. Davacı, Hazine’nin taraf olmadığı eldeki bu davada, herhangi bir hakka değil sadece mukaddem (önceki) zilyetliğe dayanmaktadır. O halde bu davada öncelikle çözümlenmesi gereken sorun, davacının somut olayda dava hakkının, davalılara karşı üstün ve korunmaya değer zilyetliğinin bulunup bulunmadığı olmalıdır. Az önce açıklandığı gibi TMK’nun 973. maddesine göre zilyetlik, eşya ile şahıs arasında eylemli bir bağ yani ilişki olup ve buna bağlı olarak da fiili hakimiyet altında bulundurmaktan doğan hukuki yetki ve vecibeleri gösteren ve düzenleyen hukuki bir müessesedir. Kanunda sözü edilen fiili hakimiyetin meydana geliş şekli önemli değildir. Bunun bir gasp ve tecavüz sonucu elde edilmiş olması da mümkündür. Bu bakımdan hakka dayanmayan zilyetlik hukuk nizamınca korunmaktadır. Ne var ki, bu korumada ki amaç, haksız zilyedin menfaatini korumak değil, sosyal huzur ve sükunun korunmasıdır. Zira, hukuk düzeninin yanında bir de barış düzeni vardır. Hukuk hareketi barış ise sükunu ifade eder. İşte zilyetlik bu barış düzeninin vücut verdiği bir müessesedir. Zilyetliğin hukuki fonksiyonlarından birisi de, fiili durumun başkaları tarafından keyfi olarak bozulmasını önlemektir. Hukuk düzeni böylece topluluğun esenliğini korumak istemiştir.

Zilyetlik davalarının en belirgin özelliği, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 09.10.1946 tarih 1946/6 Esas, 1946/12 Karar sayılı kararında açıklandığı gibi, davada hakkın tartışma konusu olmaması ve davayı kazanma veya kaybetmenin mevcut olabilecek hak üzerinde herhangi bir etkisi olmayışıdır. Bunun için de bu tür davalarda mahkemenin zilyetliğin korunmasına ilişkin vereceği karar, sadece eski zilyetlik durumunun yeniden kurulmasını sağlamaktır. Bu karar zilyede mülkiyet hakkı vermez ve diğer tarafın mülkiyet iddiasıyla dava açma hakkına dokunmaz. Keza bu karar, davaya dahil olmayan üçüncü kişilerin o şey üzerinde hakları olmadığının kabulü şeklinde de anlaşılamaz. Zilyet davaları sonunda verilen mahkeme kararları tamamen geçici bir etkiye sahip olup, mülkiyet sorunu çözümlenmediğinden, mülkiyet yönünden kesin hüküm teşkil etmezler. Yargıtay HGK’nun 12.05.1982 tarih, 1979/8-589 Esas, 1982/482 Karar sayılı ilamı da bu yöndedir.

Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında mahkemece dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde bulunduğundan bahisle verilen karar doğru değildir. Ancak, davacı dava konusu Hazine’ye ait taşınmaz üzerinde davalıların kira bedelini 2005 yılından beri ödemediklerini, ayrıca 10.9.2007 tarihli senet bedeli 5439.-TL’yi de ödemediklerini açıklayarak zilyetliğin korunmasını istediğine göre, davalı zilyetlerin fiilini öğrenmiş olmaktadır. TMK’nun 984. maddesine göre, gasp ve saldırıdan dolayı dava hakkı, zilyedin fiili ve failini öğrenmesinden başlayıp iki ay ve herhalde bir yıl geçmekle düşer. Davacı bu durumda zilyetliğin korunması davasını süresinde açmamıştır. Davanın bu nedenle reddine karar vermek gerekirken değişik gerekçeyle reddi doğru değil ise de, hüküm sonucu itibariyle doğrudur.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının reddiyle sonucu itibariyle doğru olan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 17,15.-TL peşin harcın onama harcına mahsubu ile kalan 1,25.-TL’nin temyiz eden davacıdan alınmasına 07.02.2011 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Davacı dava dilekçesinde özetle; <…dava konusu yerin kendisine eşinin babasından veraset yoluyla kaldığını, uzun zamandan beri zilyet ve tasarrufunda iken davalılara bu yeri sözlü olarak kiraya verdiğini, davalıların burada kiracı olarak oturmalarına karşın hiçbir şekilde kira bedeli ödemedikleri, kirayı inkar ettikleri, bu konuda senet verdikleri, senedin icraya konulduğunu buna rağmen kira parasını alamadığını, davalı tarafa Anamur Noterliğinden 4 Şubat 2009 tarihinde 1605 yevmiye numaralı ihtarname çektiğini, karşı tarafın noter aracılığıyla ihtara cevap verdiklerini, kayınpederi tarafından 1966 yılında yapılan bu evde davalıların işgalci durumuna düştüklerini, esasen bu ev ve bahçesi için Hazine’ye ecrimisil ödemekte olduğunu…> açıklayarak davalıların taşınmaza vaki zilyetliğinin korunması ve müdahalenin önlenmesi ile 4500.-TL ecrimisilin yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsil edilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı 05.05.2009 günlü oturumda <…dava dilekçemi aynen tekrar ederim. Ben söz konusu taşınmazı Hazine’den kiraladım. Daha sonra da davalılara kiraya verdim. Ancak, davalılar 2005 yılından bu yana kira parasını ödememektedirler. Dava konusu taşınmaz Hazine adına kayıtlı olup belirttiğim gibi taşınmazı ben kiraya verdim. Anamur Mal Müdürlüğü’ne yapmış olduğum ecrimisil ödemeleri, davalıya göndermiş olduğum ihtarname ve davalının karşı ihtarnamesini ve eski tarihli satış vaadi sözleşmesini sunuyorum, dava konusu taşınmaz mülkiyet yönünden Hazine’ye aittir. Ancak, davalılar ile aramızda şifahi kira sözleşmesi yaptık, buna binaen onlardan senet aldım. Ancak hiç ödeme yapmadılar…> şeklinde açıklamalı kapsamlı beyanda bulunmuştur.

Davalılar, davacı ile aralarında sözlü ya da yazılı kira sözleşmesi bulunmadığını, esasen bu yerin mülkiyetinin davacıya ait olmadığını, bir başka anlatımla Hazine’ye ait olduğunu davacının davasının reddine karar verilmesini savunmuşlardır.

Mahkemece, dava konusu taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğu, ecrimisil isteğinin haksız işgal tazminatı olduğu, işgalciye de fuzuli şagil dendiği, davacı ile davalı arasında geçerli bir kira sözleşmesinin bulunmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hüküm süresi içerisinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller tüm dosya kapsamından; davacı, işbu davayı 26.03.2009 tarihinde açmıştır. Davacı taraf davalı S.’a Anamur Noterliği aracılığıyla 4 Şubat 2009 tarihinde 1605 yevmiye numarası ile ihtarname çekmiştir. İhtarnamenin konusu: Ödenmeyen kira borcu hakkındadır. Aylık kira ücreti: 250.-TL’dir. Kiranın nasıl ödeneceği: Her ay başı peşindir. Hangi döneme ait olduğu: 10.11.2005 tarihinden itibaren Şubat 2009 ayına kadar toplam: 39 ayın kirası hiç ödenmemiştir. İşbu ihtarname muhataba bizzat 21.02.2009 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davalı S. noter vasıtasıyla 4 Mart 2009 tarihinde 2769 yevmiye numarası ile ihtara cevap vermiş; borcu inkar etmiş, kira sözleşmesi olmadığını savunmuş, oturmakta olduğu evin sit alanında olduğunu ve mülkiyetinin davacıya ait bulunmadığını beyan etmiştir. Mahallinde keşif yapılmıştır. Üç kişilik bilirkişi heyeti 16.07.2009 tarihli raporu dosyaya sunmuştur. Dosya ekinde Anamur Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 29.03.2006 tarih 2004/106 Esas, 2006/89 Karar sayılı davacısı Tapu Sicil Müdürlüğü, davalısı A. olan el atmanın önlenmesi ve kal istekli davanın kabulüne karar verildiği, bu kararın Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nce 19.09.2007 tarihinde onanarak karar düzeltme yoluna başvurulmadığından 27.11.2007 tarihinde kesinleştiği görülmüştür. Açıklanan olgular tarafların ve mahkemenin bilgisi dahilindedir.

Uyuşmazlık; bu davanın tarafları arasında kiracılık ilişkisinden kaynaklanan tahliye davası ve buna bağlı olarak alacak davası olup olmadığı ya da mülkiyeti kamuya ait taşınmazda yapılanma nedeniyle zilyetliğin korunması davası biçiminde niteleme yapılıp yapılamayacağı dolayısıyla TMK’nun 984. maddesine göre hak düşürücü sürenin geçip geçmediği vs. konularında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere ve kural olarak; HUMK’nun 74 ve 76. maddeleri gereğince olayları bildirmek taraflara, hukuki niteleme hakime aittir. Ancak, hukuki nitelemenin ileri sürülen somut olayla doğru olması gerekir. Eldeki davada dava konusu taşınmazın ve kiraya verildiği belirtilen bina ile bahçesinin kamuya ait yerde olduğu tartışmasızdır. Esasen, bu konu davacının kabulündedir.

Bundan ayrı olarak, kira ilişkilerinde kirayı verenin mutlak suretle mal sahibi olması diye bir kural yoktur. Bir başka anlatımla, mülkiyet hakkı sahibi olmayan bir kişi dahi başkasına ait tapulu ya da tapusuz bir yeri sözlü ya da yazılı kira sözleşmesiyle kiraya vermesini engelleyen herhangi bir yasa maddesi yoktur.

Somut olayda, davacı gerek çekmiş olduğu ihtarnamede, gerekse dava dilekçesinde ve mahkemede ki ilk oturum zaptında açıkça davalılarla arasında sözlü kira sözleşmesi bulunduğunu ısrarla söylemiştir. Bu durumda, davacı ile davalılar arasındaki hukuki ilişkinin temelinin sözlü kira sözleşmesi ve buna bağlı olarak iddia edilen alacak talebi oluşturmaktadır. Dolayısıyla, hukuki nitelendirmenin bu şekilde yapılması gerekir. Davacının öteki açıklamış olduğu beyanları bu iddiayı güçlendirmek amacıyla yapılmıştır. Bu durumda, mahkemenin tarafların bununla ilgili tüm iddia ve savunmalarını toplayıp yanlar arasında kiracılık ilişkisinin bulunup bulunmadığının araştırılıp hasıl olacak sonuca göre bir karar vermek olmalıdır. Davacının kamuya ait yerde işgalci olması Hazine’ye ecrimisil ödemesi somut olayın ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre karara gerekçe yapılması doğru olmamıştır. Ayrıca, Dairenin Sayın Çoğunluğu tarafından benimsenen ret gerekçesi özellikle hak düşürücü süre yönünden benimsenen gerekçeye katılmam mümkün değildir. Şöyle ki, davacı 4 Şubat 2009 tarih 1605 yevmiye numaralı ihtarnameyi çekmekle bu ihtarnamenin tebliği edildiği 21.02.2009 tarihinden itibaren iki aylık ve bir yıllık hak düşürücü sürenin hesaplanması gerekirken, yanlar arasındaki ilk hukuki ilişkinin doğduğu beyan edilen 2005 yılından itibaren hesaplanıp buna göre gerekçe yazılması kanaatimce somut olaya uygun düşmemiştir.

Hal böyle olunca, yanlar arasında sözlü kira sözleşmesinden kaynaklanan hukuki ihtilafın araştırılması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yerel mahkemece somut olaya ve uyuşmazlığa uygun düşmeyen gerekçelerle davanın ret edilmesi doğru olmadığı gibi Dairenin Sayın Çoğunluğunca benimsenen ve somut olaya uygun düşmediği tarafımdan kanaat getirilen gerekçeye dahi katılmam mümkün değildir. Belirttiğim sebeplerle yerel mahkeme kararının bozulması gerekir kanaatindeyim. 07.02.2011

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *